Samsun’dan Srebrenitsa’ya

Από τη Σαμψούντα στη Σρεμπρένιτσα

Ένα κείμενό μου για τους ομαδικούς τάφους των Ελλήνων που υπάρχουν στην περιοχή της Σαμψούντας του Δυτικού Πόντου, δημοσιεύτηκε στις 3 Νοεμβρίου 2010 στην αριστερή κουρδική εφημερίδα Newroz (Νεβρόζ) της Κωσταντινούπολης (αρ. φ. 151).  Παραθέτω το κείμενο όπως δημοσιεύτηκε στην τουρκική γλώσσα και στη συνέχεια την πρώτη γραφή στην ελληνική.

Tarihsel Belirsizliklerle son verelim

SAMSUN’DAN SREBRENITSA’YA

Vlasis Ağcidis (*)

İnsan neslinin tarihinde aralarında bakımdan bu kadar birbirine benzeyen ama ideolojik bakımdan bu kadar çok farklı olan, Türk ve Yunan halkarı gibi iki halka çok ender rastlanır. Bunun sebebi iki halkın ayrı görüşleri sebebinden olmayıp, milliyetçiliğin gerçeği deforme etmesi ve onu efsane ve ideolojilerle  değiştirmesidir. Buna paralel olarak, iki halk arasında irtibat köprüleri gelişmemesi sebebiyle aralarında geçen ve onları ayıran şiddetli dinsel çatışmalar,  milli kapsam ile bürünmüş  savaşlar, soykırımlar, işgaller, mübadeleler gibi olaylara sakin bir yaklaşım yapılamamıştır.

Türk-Yunan tarihi, özellikle çok uluslu premodern İslami Osmanlı İmparatorluğundan çağdaş etnik devletlere geçiş çok az derecede araştırılmıştır.  İki tarafın, hakim milliyetçi ideolojik doğmaları, tarihsel araştırmaları karartarak önyargısız tarihçiler arasında irtibatı engelleyip onların tarihte vuku bulan olayları anlaşılmasını ve bu trajik geçişimde uygulanan yöntemlerinin incelenip ortaya konulmasından alıkoymuştur.

Bu makalenin yazılmasın sebebi geçenlerde Serbenitza’de katledilen  7.000 sivil Boşnakların anısına yapılan anma töreni ve kimlikleri tespit olunan  naaşların defnedilmesidir. Mağdurların bu anma töreninde, kalabalık katılımcılar arasında Avrupa Birliği başkanı ve Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da bulunuyordu.  Erdoğan, Sırplar tarafından bu katliamın tanınması için arabuluculuk yapmıştı. Buna ek olarak Erdoğan Hükümeti Balkan Müslümanlarına verdiği “koruma” ve “Osmanlı mirası” politikaları kapsamında, Bosna-Hersek de yatırımları yürüterek ekonomik destek vermekte ve Sırp, Boşnak ve Hırvatlar arasında görüşmelerin ilerlemesine arabuluculuk yapmaktadır.


Halbuki iki yıl evvel, Samsun’da eski bir Rum köyü olan Yazılar’da bir toplu mezar bulunduğu zaman bütün Rum muhacir cemiyetlerinin çağrılarına rağmen, resmi Türkiye sağır kalmıştı. Batı Karadeniz’de 1914-1922 yıllarına ait toplu mezar konusu  varolan,  ama pek konuşulmayan bir konudur.

Höşgörü ve çeşitlilikten, tek kültür ve dışlamaya

O devirde olanların sebebi, Selanik’te 1911 yılında  İttihat ve Terakki Cemiyetinin  Selanik kongresinde Anadolu’nun homojelendirilemesi için tasarlanan, İmparatorluğun Hristiyan halklarının fiziksel varlıklarının yok edilmesi veya asimile edilmesi  programı idi[i]. O zamana kadar Anadolulu Rumlar Osmanlı reformlarını desteklemiş ve İmparatorluğun bütün halklarının ortak Osmanlı düşüne destek vermişlerdi. Demokratik olan bu düş, yurttaşların insan haklarını merkezine alarak, halklara karşı olan dinsel ve etnik ayrım baskılarına son veriyordu. Fakat Tanzimat ile başlayan bu düş,  bir Osmanlı perestroykası olarak, milliyetçilik tarafından dışlanarak çok kültürlü ve etnik yapılı Osmanlı toplumunun mahvı kararlaştırıldığı zaman söndü.  Celal Bayar’ın yazdığı «Ben de yazdım. Milli mücadeleye giriş» adlı kitabında söylediği gibi Jön Türkler Osmanlı İmparatorluğu Rumlarını Eşref Kuşçubaşı’nın atıfı ‘vücuttaki tümörler’ veya ‘dahili tümörler’ olarak görüyorladı.

Bu yeni milliyetçi politikası Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp tarafından tasarlanarak “Müslüman ve Hıristiyanların eşitlilik yanılgısının” son bulmasını istiyordu. Ziya Gökalp’ın hayali yeni bir tarih geliştirerek Anadolu Müslümanlarını doğrudan 11nci ve 12nci asırlarda Orta Asya’dan göç etmiş Türkmen ve Oğuzlarla dönüştürmeyi amaçlıyordu. Gökalp’ın amacı Anadolu’da yaşayan halkların pekişmiş tek bir Türk halkına dönüşmesi idi (compact body). Gökalp 1911 yıllında “Yeni Hayat” dergisinde şunları yazıyordu: bu oluşturmak istediği yeni insanlar Alman Filizofu Nitze’nin umduğu “… üstün insanlar olup… Türklükten yeni bir hayat doğacaktı”.

Birinci Dünya Savaşının 1914 de başlaması ile sivil halka baskılarla, Celal Bayar’ın dediği gibi “Stratejık alanlarda kümeleşmiş Türk olmayan halkların tasfiyesi” ile başladı (Celal Bayar, “Bende Yazdım”). Bu proje Jön Türklerin yakın müttefiki Almanların desteğini alıp birçok düzlemde beraber uygulandı.

Batı Karadeniz bölgesinde 1916’da sistematik olarak sahillerden Anadolu’nun  iç bölglelerine trajik şartlar altında sürgünler  başladı.  Berlin’e gönderilmek üzere hazırlanmış bir metinde Avusturya Dışişleri Bakanlığı Sürgünlere ilişkin şunları ifade etmektedir: Türklerin politikası devlete karşı tehlike olarak gördükleri Rumları genelleşmiş bir kovulma hareketi ile bütünüyle ortadan kaldırmak ki daha önce Ermenilere karşı da aynı politikayı uygulamıştı. Türkler nüfusun hiç bir ayırıma bakmaksızın ve hayatta kalmalarına hiç bir olanak vermeksizin başka alanlara göçertme taktiği altında, yani sahillerden iç alanlara doğru, onları insanlık dışı ve sefil koşullar altında açlığa terk ederek ölüme terk ediyorlar. Boşaltılan evler ise çeteciler tarafından el geçirildikten sonra yağmalanıp yakılıp yıkılıyor. Ermenilerin kovulmaları sırasında alınan bütün tedbirler Pontos Rumlarına karşı da aynen uygulanmaktadır[ii].

Bu dönemden sonra milliyetçiler tarafından önceden tasarlanmış olan Hıristiyan toplumların fiziki imha planı yürülüğe konuldu. Rum çetelerinin etkinleri bir vesile kullanılarak silahsız sivil halkın toptan sürgüne gönderilmesi uygulandı. Olayların şiddeti ve yaygınlığı  o derecedeydi ki  Jön Türklerin müttefikleri bile itirazlarını açıkça  yazdılar. Markiz Pallavicini Ocak 1918 şunları yazıyordu: «Açıkça belidir ki Rum tehcirleri askeri nedenler ile hiç bir ilişkisi yoktur ve bunların amacı kotü anlamda politik sebeplerdir”. Hemen aynı zamanda Samsun’da Avusturya Konsolosu  Kwiatkowski resmi yazışmasında Rum halkının tehciri ile Jön Türk programının Karadeniz sahilini Hıristiyan unsurundan arındırılama planının çerçevesinde yapıldığını ifade ediyordu.

Yazılar Mezarlığı

Samsun yakınlarında Karadenizli Rumlara ait olan toplu mezarlığının bulunması ile az hatırlanan bölgedeki sivil  Rum halkının milliyetçiler tarafından 1916’dan sonra yapılan katliamını yüzeye çıkardı.[iii] Mezarlık Yazılar köyünde bir okulun inşası sırasında bulunduğu ve bulunan kemiklerin işçiler tarafından orada bir dereye atıldığı Türk Haberler  Ajansı tarafından bildirildi. Mezarlığın bulunduğu köyün sakinleri yörede dört Rum kilisenin kalıntılarının varlığını söylemişlerdi. Bu kiliselerden birinin inşa edilen okulun yanında olduğu bildirilmişti.

Samsun yakınlarında bulunan bu toplu mezarlık anlaşıldığı kadar Topal Osman tarafından yapılan marifetlerin listesine aittir. Giresun’lu Topal Osman kana susamış bir çete reisi olup sonunda 1 Nisan Ankara hükümetinin silahlı kuvveteri tarafından öldürüldü. Bu toplu mezarlık için Batı Karadeniz tarih araştırmacısı Yiorgos Antoniadis şunları yazmaktadır : “Yazılar mahallesi, Dereköy köyüne ait olup sahil yolunun üstünde bulunmaktadır. Haziran 1921 ayında, Dereköylü çocuk ve kadınları toplanıp iplerle boğulup bir çukura atılıp toprakla örtülmüştür …”

Konu bir kere daha aşağılanarak, mesul Yunan makamları tarafından alışa gelen travmatik Anadolulu  Rumlara karşı olan önyargılar ve Türk Yunan ilişkilerin etkilenmemesi yüzünden, temel uygar, insani prensiplerin uygulanmaması (ölülerin anısına  ve onurlarına saygı) ile, yakın zamanda unutulmaya bırakılmıştır.

Şimdiye kadar birçok toplu mezarlıklar bulunmuş ve kayıtlara geçmiştir. Bu konu iki tarafın, Türkiye ve konuya gözünü kapayarak eski muhacir Anadolu Rumlarını aşağılayıcı politikasını devam eden Yunan hükümetleri tarafından sakinlikle ele alınmalıdır. Amaç bütün kemiklerin, Yazılar köyünde bulunanlarla başlayıp, bir ortak mezarlığa toplanmasıdır.

Sonuç

Muhtemelen, iki tarafın sıradan insanları, düşünürler, sanatçılar ve etnografları bütün bu ortak kültür zenginlikleri paylaşan insanlar ve milliyetçiliğe kapılmamış tarihçilerle beraber ortak bir çabaya girerek halklar arasında gerçek dostluk, dayanışma ve işbirliği köprülerini inşa etmelidir. Ege ve Karadeniz sahillerinde yaşayan ve yaşayacak nesillere örnek olunmasının zamanı gelmiştir. Karşı “tarafın”, “ötekinin” ve “başkasının”  nasıl düşündüğünü anlayarak ortak nesnelerinin bulunarak geçmişte yaşanan o karanlık anları – ne kadar da acılarla dolu olsa  bile  – konuşsunlar. Bu karanlık anlar Steiner söylediği gibi insanların canavarlaşarak “şiddete susayarak” kutsal mabetlerini, kiliselerini ve camilerini bile  mezarlara çevirmişlerdi.

Bütün bu irtibat çabası bir kurtuluş anlamı taşıyarak çok yüksek bir öneme sahiptir. Bu tarihsel araştırma ile milliyetçiliğin ve devletlerin suçluluğu ortaya çıkıp, halkların bu cani iktidarlarla eşitlenmenin ağırlığından  kurtulup aralarında güdümsüz irtibat kodlarını geliştirebilirler..

————-

BATI KARADENIZ BÖLGESİNDE TOPTAN MEZARLARIN LİSTESİ

(Veriler hayata olan tanıklarından  Y. Antoniadisin derlediği bilgilere ve kısmen yerel özlenimlere  dayanmaktadır)

BÖLGE -TOPLU                 MAĞDURLARIN SAYISI – RUM KÖY SAYISI  MEZAR SAYISI

1) Bafra                        18                                9.800                           75

2) Samsun                      9                                2.380                           67

3) Havza                        1                                3.500                             9

4) Erbaa                         6                                1.080                           13

5) Kavak                        2                                   550

————                      ——                           ———-                        ——-

TOPLAM                     36                              17.310                          164

Kaynaklar

[i] Londra Times Gazetesinin 3 Kasım 1911 nüshasında “Jön Türkler ve  Programları” başlığı altında  bu Kongresinin yer aldığı bildirilmekte ve bütün halkların Osmanlılaştırılması (ottomanization) zorla da olsa kesin olarak kararlaştırıldığı bildirilmektedir. Bunun gerçekleşmesi Müslümanların silahlanması ile olacaktı. Gazetenin yayınında Kongrede söylenenler arasında şunlar belirtilmektedir: “…Türkiye ilk evvela bir Müslüman ülkesidir… Hristiyanlara güven olmadığından, herhangi başka bir dinsel propaganda bastırılmalıdır … Bunlar her zaman yeni [jön-Türk] rejimin çökmesi için çabalamışlardır… azınlıkların teşkilatlanması, otonom olmaları ve polise katılmaları mümkün değildir ve bunlar dinlerini muhafaza edebilir  ancak dillerini değiştirmelidirler. Türk dilinin hakimiyet kazanması Müslüman hakimiyetinin temel öğelerindendir...”.

Selanik’te Rumca yayınlanan “Nea Alitheia” gazetesinin 10 Temmuz 1910 nüshasında şunlar yazılmaktadır: “Bizim Rumlar için ne diyelim. Bu kadar şiddet dolu  her günkü baskıları anlatmak için kelimelerin manası kalmamıştır. Bizi yok ediyorsunuz Son iki yılda başımıza gelen felaketleri anlatmak sözler bulamıyoruz. Hangi sebeple bütün bu  baskılara uğruyoruz. Bize hiç kimsenin haksızlığa maruz kalmayacağı sözü verişmişti. Buna rağmen kiliselerimizi ,okullarımızı  ve mezarlıklarımız kapatan kanunlar oylandı. Bize ait olanları alıp başkalarına veriyorsunuz. Papazlarımızı ve öğretmenlerimizi hapislere  tıkıyorsunuz. Yurttaşları dövüyorsunuz ve her yerden feryatlar ve ağıtlar işitiliyor..”

[ii] Avusturya Konsolosluğunun 13 Ocak 1917 “Rumların Toplu Tevkif Edilmesi” başlığı altında  kaleme aldığı yazıda şunları okuyoruz : «Yerli Rumlara karşı uzun zamandan beri hazırlanan darbe bu ayın 9′ nda gerçekleşti [İsa Peygamberin doğum yortusu günü]…. aynı gün Samsuna yakın Aylazköy ve Kadıköy askeri işgal altına alındı. Üç veya dört bin kadar olan yerli halkı Mutasarrıf size konuşacak diye gece toplayarak şiddet kullanarak herhangi bir giyecek veya yiyecek almalarına müsade etmeyerek iç bölgelere sürdüler. Çok yoğun süren kış şartları altında, barınacak yerler olmadığından ve gıda eksikliğinden bu talihsizleri ölüm beklemektedir.

Samsun Avusturya Konsolosu Kwatofski 1918 yılında bir yazısında şunları söylemektedir:  «Geçmişte bir çok kere söylediğim gibi. Karadeniz sahilindeki  Rumlarının tehciri Jön Türklerin Hristiyan unsurlarının arındırılması programı planı altında yapılmaktadır ve bu müthiş bir yok  etme eylemi olup Avrupa’da Ermenilere karşı yapılan zulümlerden daha fazla tepki yaratacaktır”.

Bunun gibi Avusturya arşivlerinden çıkan evraklar çok yüksek sayda olup bunları ilk kere Viyana Üniversitesi Profesörü (bugün Emertıus) Polihronis Enepekidis 1962 yılında Argonotlar-Kominos’lar Cemiyetini dergisinde yayınlamıştır. – P. Enepekidis, «Yayınlanmamış Avusturya-Macaristan Arşivlerine dayanarak Pontos Rumlarına karşı yapılan Züllümler (1908-1918)», Atina, Argonot-Komınoı, 1962  ve P.Enepekidis, «Pontosta  Jenosid. Viyana Diplomatik Evrakları (1909-1918), Selanik, Efksinos Leshi,1995.

[iii] Yorgo Antoniadis’in Araştırmaları: Toplu mezarlar hakkında verilen bilgiler öğretmen Yorgo Antoniadis’in henüz yayınlanmamış araştırmasından. Bu araştırma hayata olan tanıklardan ve yerel incelmelere dayanmaktadır. Kendisi Samsunun Karapınar kasabasında doğmuştur. Kendi kasabasının Rum nüfusun  macerasını şöyle anlatmaktadır : «Karapınar kasabası (18-6-1921):  Topal Osman’ın çeteleri kasabanın iki mahallesini çember altına alarak önlerinde buldukları herkesi öldürmeye başladılar. Yakaladıkları sakinleri Ayios Haralambos kilisenin önünde topladılar. Orada 70-80 kadar genç kızı ayırıp tecavüz etikten sonra yarı ölü kilisenin içine sokarak öbür sakinlerle beraber yaktılar. Daha sonra kiliseyi yıkarak kalıntıları toprakla örtüp cinayeti gizlemeye çalıştılar. Genç kızların arasında kız kardeşim vardı. Karapınar’da bu toptan mezarlığı bir çok kere ziyaret etim..

Bu veriler ve toptan mezarların haritaları yayını aşağıdaki gazetede yayınlanmıştır:  – Yorgos Kiousis, “Samsunda bulunanlar neyi ortaya çıkarıyor. Bizim Holokostumuz, Elefterotipia, 26 Temmuz 2010, sayfa. 15.

—————————

(*) Vlasis Ağcidis tarih doktoru olup ailesi baba tarafından Karslı (Gümüşhaneden göçmenler) anne tarafından Manisanın Muradiye köyündendir.

ΑΠΟ  ΤΗ  ΣΑΜΨΟΥΝΤΑ  ΣΤΗ  ΣΡΕΜΠΡΕΝΙΤΣΑ

Aς τελειώσουμε επιτέλους με τις ιστορικές εκκρεμότητες

Σπάνια θα βρεις δυο τόσο όμοιους λαούς, αλλά και τόσο διαφορετικούς ιδεολογικά, όπως οι σύγχρονοι Έλληνες και Τούρκοι. Η αιτία δεν βρίσκεται τόσο στην λαϊκή διάθεση, αλλά στο γεγονός ότι ο εθνικισμός έχει παραμορφώσει το αληθινό και το έχει αντικαταστήσει με τον μύθο και το ιδεολόγημα. Παράλληλα, δεν έχουν αναπτυχθεί εκείνες οι γέφυρες επικοινωνίας, μέσω των οποίων θα  ήταν δυνατόν να προσεγγιστούν νηφάλια τα ιστορικά γεγονότα που διαχώρισαν  τους πληθυσμούς και οδήγησαν σε σκληρούς θρησκευτικούς πολέμους με εθνικό επικάλυμμα, γενοκτονίες, κατοχές εδαφών, ανταλλαγές πληθυσμών.

Η ελληνοτουρκική ιστορία και ειδικά η περίοδος που αφορά το πέρασμα από την πολυεθνική, προνεωτερική, ισλαμική Οθωμανική Αυτοκρατορία στα σύγχρονα εθνικά κράτη έχει διερευνηθεί ελάχιστα. Τα κυρίαρχα εθνικιστικά ιδεολογικά δόγματα –και στις δυο πλευρές- έχουν συσκοτίσει την έρευνα και έχουν εμποδίσει την επικοινωνία των απροκατάληπτων ιστορικών να αναζητήσουν τους νόμους της Ιστορίας αλλά και τις τεχνικές που εφαρμόστηκαν κατά το μεγάλο εκείνο δραματικό μετασχηματισμό.

Αφορμή για το σημείωμα αυτό αποτελεί η πρόσφατη αναφορά στην ομαδική σφαγή 7.000 χιλιάδων αμάχων Βόσνιων μουσουλμάνων στη Σρεμπρένιτσα και η τελετουργική ταφή των υπολειμμάτων των θυμάτων που ταυτοποιήθηκαν. Στην τελετή για τα θύματα της Σρεμπρένιτσα παραβρέθηκαν, μεταξύ άλλων, ο προεδρεύων της Ευρωπαϊκής Ένωσης, αλλά και ο Τούρκος πρωθυπουργός Ταγίπ Ερντογάν. Η κυβέρνηση Ερντογάν είχε μεσολαβήσει  για να αναγνωρίσουν οι Σέρβοι τη σφαγή. Επιπλέον, στο πλαίσιο της «προστασίας» που θέλει να παρέχει στους μουσουλμάνους της Βαλκανικής και της προβολής της «οθωμανικής κληρονομιάς» έχει στηρίξει οικονομικά τη Βοσνία προωθώντας επενδύσεις στη χώρα, ενώ έχει μεσολαβήσει στις συνομιλίες προσέγγισης μεταξύ Σερβίας, Βοσνίας και Κροατίας.

Όμως, πριν από δύο χρόνια, όταν είχε βρεθεί ένας ομαδικός τάφος στο παλιό ελληνικό χωριό Γιαζισιλάρ της Σαμψούντας και παρ’όλες τις εκκλήσεις των προσφυγικών ρωμαίικων οργανώσεων, η επίσημη Τουρκία κώφευσε. Το ζήτημα των ομαδικών τάφων στην περιοχή του Δυτικού Πόντου από την περίοδο 1914-1922 είναι άγνωστο μεν, υπαρκτό δε.

Από την ανοχή και τη ποικιλία, στον αποκλεισμό και το μοναδικό πολιτισμό

Αυτό που συνέβη εκείνη την εποχή σχετίζεται με την απόφαση που είχαν λάβει οι Nεότουρκοι στο Συνέδριό τους της Θεσσαλονίκης το 1911 για την ομογενοποίηση της Ανατολίας μέσω της φυσικής εξαφάνισης ή της αφομοίωσης των χριστιανών της Αυτοκρατορίας. Μέχρι εκείνη τη στιγμή οι Έλληνες της Ανατολής είχαν ενισχύσει με κάθε τρόπο τις οθωμανικές μεταρρυθμίσεις και είχαν επενδύσει στο κοινό οθωμανικό όραμα όλων των λαών της Αυτοκρατορίας. Ένα όραμα δημοκρατικό, που έθετε τα δικαιώματα του πολίτη στο επίκεντρο και εξαφάνιζε τις διακρίσεις και την θρησκευτική ή εθνική καταπίεση. Όμως το όραμα αυτό, όπως και η οθωμανική περεστρόικα που άρχισε με το Τανζιμάτ, εξοβελίστηκαν από τον εθνικισμό όταν αποφασίστηκε  η καταστροφή της πολυπολιτισμικής και πολυεθνοτικής οθωμανικής κοινωνίας. Ο Celal Bayar στο βιβλίο του  «Ben de yazdim. Milli mucadeleye giris» αναφέρει ότι οι Νεότουρκοι αντιμετώπιζαν τους Έλληνες της Οθωμανικής Αυτοκρατορίας ως «εσωτερικά καρκινώματα».

Το ιδεολογικό πλαίσιο της νέας εθνικιστικής πολιτικής είχε χαραχθεί από τον Ziya Gokalp, γεννημένο, στο Ντιάρμπακιρ, ο οποίος ζητούσε να τερματιστεί η «ψευδαίσθηση περί ισότητας μουσουλμάνων και χριστιανών». Ο ίδιος, παρότι κουρδικής καταγωγής, κατασκεύαζε φαντασιακά μια νέα ιστορική κατηγορία μετατρέποντας τους μουσουλμάνους της Ανατολίας σε κατευθείαν απογόνους των Τουρκομάνων και των Ογούζων που εισέβαλαν στην Aνατολία τον 11ο και 12ο αιώνα. O Gokalp επιδίωκε την μετατροπή των πληθυσμών που ζούσαν σ’ αυτήν, σ’ ένα συμπαγές ομοιόμορφο τουρκικό σώμα (compact body). Το 1911 περιέγραφε στο περιοδικό «Yeni Hayat” ότι αυτοί οι νέοι άνθρωποι που ονειρευόταν να κατασκευάσει, ήταν: «…οι ‘υπεράνθρωποι’ που είχε φανταστεί ο Γερμανός φιλόσοφος Nietzsche… Από την τουρκότητα θα γεννηθεί η νέα ζωή…».

Με την έναρξη του Α΄ Παγκοσμίου Πολέμου το 1914 άρχισε η καταπίεση του άμαχου πληθυσμού με την «εκκαθάριση θυλάκων μη τουρκικών πληθυσμών που είχαν συγκεντρωθεί σε στρατηγικά σημεία» (Celal Bayar, “Ben Yazdim”). Το σχέδιο είχε την απόλυτη υποστήριξη των Γερμανών συμμάχων των Νεότουρκων και κάποια σημεία του υλοποιήθηκαν από κοινού.

Από το 1916 άρχισαν οι συστηματικές σφαγές στην περιοχή του Δυτικού Πόντου. Την περίοδο που ακολούθησε υλοποιήθηκε το προαποφασισμένο σχέδιο των εθνικιστών, για φυσική εξόντωση των χριστιανικών κοινοτήτων. Η δράση Ρωμιών ανταρτών χρησιμοποιήθηκε ως άλλοθι για την πλήρη εκκαθάριση της περιοχής από τον άμαχο πληθυσμό. Ήταν τέτοια η ένταση και η έκταση των διωγμών, ώστε ακόμη και οι σύμμαχοι των Νεότουρκων εθνικιστών διατύπωσαν εγγράφως τις αντιρρήσεις τους. Ο μαρκήσιος Pallavicini έγραφε τον Ιανουάριο του 1918: «Είναι σαφές ότι οι εκτοπισμοί του ελληνικού στοιχείου δεν υπαγορεύονται ουδαμώς από στρατιωτικούς λόγους και επιδιώκουν κακώς εννοουμένως πολιτικούς σκοπούς.» Σχεδόν συγχρόνως ο Αυστριακός πρόξενος της Σαμψούντας Kwiatkowski ανέφερε σε υπηρεσιακή επιστολή του ότι ο εκτοπισμός των Ελλήνων της ποντιακής παραλίας βρισκόταν στο πλαίσιο του προγράμματος των Νεοτούρκων, με το οποίο επιδιωκόταν η εξασθέ­νηση του χριστιανικού στοιχείου.

Ο τάφος του Γιαζισιλάρ

Η ανακάλυψη ομαδικού τάφου στη Σαμψούντα, που ανήκει σε Έλληνες Ποντίους της περιόδου των διωγμών από τους Τούρκους, έφερε και πάλι στην επικαιρότητα την άγνωστη σφαγή των Ρωμιών αμάχων εκείνης της εποχής από τους εθνικιστές μετά το 1916. Τα οστά βρέθηκαν τυχαία κατά τη διάρκεια εργασιών σε σχολείο του χωριού Γιαζισιλάρ, ενώ σύμφωνα με τουρκικό πρακτορείο ειδήσεων οι εργάτες πέταξαν τα οστά στο ποτάμι της περιοχής. Ο κάτοικοι του χωριού όπου βρέθηκε ο ομαδικός τάφος, υποστηρίζουν ότι υπάρχουν και ερείπια από τέσσερις Ελληνικές εκκλησίες. Μία απ’ αυτές βρισκόταν εκεί, που σήμερα έχει κατασκευαστεί το σχολείο.

Ο συγκεκριμένος ομαδικός τάφος που εντοπίστηκε στη Σαμψούντα φαίνεται ότι εντάσσεται στον κατάλογο με τα κατορθώματα του Τοπάλ Οσμάν, ενός αιμοβόρου τσέτη απ’ το Rize με ακραία συμπεριφορά, που τελικά θα βρει το θάνατο μετά από εντολή του Μουσταφά Κεμάλ. Για τον τάφο αυτό  ο μελετητής της ιστορίας των Ελλήνων του Δυτικού Πόντου, εκπαιδευτικός Γιώργος Αντωνιάδης γράφει: «Το χωριό Γιαζιλάρ, που αποτελεί συνοικισμό του χωριού Τερέκιοϊ, που βρίσκεται πάνω στην παραλιακή οδό.  Τον Ιούνιο του 1921, συγκέντρωσαν τα γυναικόπαιδα του χωριού Τερέκιοι και αφού τα έπνιξαν με βρόχο  τα πέταξαν σε ένα λάκκο και στη συνέχεια κάλυψαν το λάκκο αυτό με χώμα…»

Για άλλη μια φορά το θέμα υποβαθμίστηκε και από τις αρμόδιες ελληνικές υπηρεσίες στο πλαίσιο της υποτίμησης της τραυματικής προσφυγικής εμπειρίας και της επίτευξης ελληνοτουρκικής συνεννόησης χωρίς την τήρηση των στοιχειωδών ανθρωπιστικών αρχών, όπως είναι ο σεβασμός της μνήμης των νεκρών και η απόδοση των στοιχειωδών τιμών που απαιτεί οι -τυπικά αποδεκτοί- απ’ όλους πολιτισμικοί κανόνες.

Έχει γίνει ήδη καταγραφή πολλών τέτοιων τοποθεσιών ομαδικών τάφων. Είναι ένα ζήτημα που θα πρέπει να αντιμετωπιστεί με νηφαλιότητα τόσο από την Τουρκία όσο και την Ελλάδα, η οποία φαίνεται να αγνοεί τεχνητά το ζήτημα, ακολουθώντας την παλιά τακτική της περιφρόνησης των Ρωμιών προσφύγων απ’ την Ανατολή. Ο στόχος πρέπει να είναι η δημιουργία ενός ενιαίου τάφου, όπου θα μαζευτούν όλα τα οστά που θα ανευρεθούν, με πρώτα αυτά του ομαδικού τάφου του Γιαζισιλάρ.

Επίλογος

Ίσως ήρθε η ώρα, οι απλοί άνθρωποι, οι καλλιτέχνες και οι χορευτές λαϊκών χορών που μοιράζονται τους πολλούς όμορφους κοινούς πολιτισμούς μας, μαζί με τους μη εθνικιστές ιστορικούς, να προσπαθήσουν να δημιουργήσουν εκείνες τις γέφυρες γνώσης, φιλίας και αλληλεγγύης μεταξύ των λαών που ζουν και θα ζουν για πάντα στις ακτές του Αιγαίου και της Μαύρης Θάλασσας. Nα καταλάβουν πως σκέφτεται ο «άλλος», ο «διαφορετικός». Να προσπαθήσουν, να μιλήσουν για τα κοινά στοιχεία -κάτι που είναι εύκολο- αλλά και να διερευνήσουν -όσο οδυνηρό κι αν είναι αυτό- τα δύσκολα, εκείνες τις μαύρες στιγμές της πρόσφατης ιστορίας, όταν οι άνθρωποι αποθηριωμένοι, «λαίμαργοι για βία» που λέει ο Steiner, μετέτρεπαν ακόμα και τους ναούς και τα τεμένη σε τάφους των απελπισμένων αμάχων.

Όλη αυτή η απόπειρα επικοινωνίας έχει και μια λυτρωτική σημασία. Διερευνώντας τις ενοχές του εθνικισμού και του κράτους, οι λαοί απαλάσσονται από το βάρος της ταύτισης με απρόσωπες δολοφονικές εξουσίες, αναζητώντας παράλληλα τους δικούς τους ακηδεμόνευτους κώδικες επικοινωνίας.

————-

ΚΑΤΑΛΟΓΟΣ ΤΩΝ ΟΜΑΔΙΚΩΝ ΤΑΦΩΝ ΣΤΟΝ ΔΥΤΙΚΟ ΠΟΝΤΟ

ΠΕΡΙΟΧΉ – ΑΡΙΘΜΟΣ ΤΑΦΩΝ – ΑΡΙΘΜ. ΘΥΜΑΤΩΝ –Ρωμαίικα Χωριά

1) Πάφρα,              18                         9.800                     75

2)Σαμψούντα       9                           2.380                     67

3)Γάβζα                    1                           3.500                     9

4)Έρπαα                  6                           1.080                     13

5)Καβάκ                   2                           550

—-                       ——                      —-

36                       17.310                   164

————————————————————————————————————-

1) ΕΝΔΕΙΚΤΙΚΑ ΑΠΟΣΠΑΣΜΑΤΑ ΑΠΟ ΕΚΘΕΣΕΙΣ ΤΩΝ ΓΕΡΜΑΝΟΑΥΣΤΡΙΑΚΩΝ 1916-1918

Σε έγγραφο του Αυστριακού υπουργού εξωτερικών προς το Βερολίνο το 1916 αναφέρονται τα εξής: “Η πολιτική των Τούρκων είναι μέσω μιας γενικευμένης καταδίωξης του ελληνικού στοιχείου, να εξοντώσει τους Έλληνες ως εχθρούς του Κράτους, όπως πριν τους Αρμένιους. Οι Τούρκοι εφαρμόζουν τακτική εκτόπισης των πληθυσμών, δίχως διάκριση και δυνατότητα επιβίωσης, απ’ τις ακτές στο εσωτερικό της χώρας, ώστε οι εκτοπιζόμενοι να είναι εκτεθειμένοι στην αθλιότητα και τον θάνατο από πείνα. Τα εγκαταλειπόμενα σπίτια των εξοριζομένων λεηλατούνται από τα τούρκικα τάγματα τιμωρίας ή καίονται και καταστρέφονται. Και όλα τα άλλα μέτρα τα οποία εις τους διωγμούς των Αρμενίων ευρίσκοντο εις ημερησίαν διάταξιν, επαναλαμβάνονται τώρα εναντίον των Ελλήνων.”

Σε προξενικό αυστριακό έγγραφο που συντάχθηκε στις 13 Ιανουαρίου 1917 και φέρει τον τίτλο «Σύλληψη και εκτόπιση Ελλήνων» διαβάζουμε:

«Το κτύπημα που σχεδιαζόταν εδώ και πολύ καιρό κατά των ντόπιων  Ελλήνων  εκτελέστηκε στις 9 αυτού του μηνός… Την ίδια μέρα έγινε στρατιωτική κατοχή των χωριών Αϊλάσκιοϊ και Κατίκιοϊ της Σαμψούντας. Τους τρεις έως τέσσερεις χιλιάδες κατοίκους τους κάλεσαν να συγκεντρωθούν τη νύχτα με την πρόφαση ότι θα τους μιλήσει δήθεν ο μουτεσαρίφης και τους πήγαν βίαια στο εσωτερικό της χώρας, χωρίς να τους επιτρέψουν να παραλάβουν μαζί τους τρόφιμα και ρούχα. Με το σκληρό χειμώνα που επικρατεί τώρα, την έλλειψη καταλυμάτων και τροφίμων, πολλούς από τους δυστυχείς αυτούς περιμένει σύντομα ο θάνατος.»

Ο Αυστριακός πρόξενος στην Αμισό Κβιατόφσκι σε έγγραφο του 1918 αναφέρει:  «Οπως επανειλημένως ετόνισα, θεωρώ τον εκτοπισμόν των Ελλήνων της ποντιακής παραλίας εν τω πλαισίω της εκτελέσεως του προγράμματος των Νεοτούρκων, το οποίον επιδιώκει την εξασθένησιν του Χριστιανικού στοιχείου ως μίαν καταστροφήν μεγίστης απηχήσεως, ήτις θα έχη εις την Ευρώπην ζωηρότερον αντίκτυπον από τας αγριότητας εναντίον των Αρμενίων».

Εξ άλλου του είχε ειπωθεί από ανώτερους Τουρκους ότι: «Τελικά πρέπει να κάνουμε με τους Έλληνες ό,τι κάναμε με τους Αρμένιους… Πρέπει με τους Έλληνες, τώρα να τελειώνουμε.»

Ατέλειωτες είναι οι αναφορές στα διπλωματικά έγγραφα που έφερε πρώτος στο φως ο, ομότιμος σήμερα, καθηγητής στο πανεπιστήμιο της Βιέννης Πολυχρόνης Ενεπεκίδης. Τα έγγραφα αυτά πρωτοδημοσιεύτηκαν το 1962 σε ανάτυπο του συλλόγου Αργοναύτες-Κομνηνοί και επανεκδόθηκαν σε συμπληρωμένη μορφή το 1995 από την Εύξεινο Λέσχη Θεσσαλονίκης.

-Π. Ενεπεκίδης, «Οι διωγμοί των Ελλήνων του Πόντου (1908-1918) βάσει των ανέκδοτων εγγράφων των κρατικών αρχείων της Αυστροουγγαρίας», Αθήνα, εκδ. Αργοναύται-Κομνηνοι, 1962.

-Π. Ενεπεκίδης, «Γενοκτονία στον Εύξεινο Πόντο. Διπλωματικά Έγγραφα από τη Βιέννη (1909-1918)», Θεσσαλονίκη, έκδ. Εύξεινος Λέσχη, 1995.

—————-

2) ΓΙΑ ΤΗΝ ΕΡΕΥΝΑ ΤΟΥ ΓΙΩΡΓΟΥ ΑΝΤΩΝΙΑΔΗ

Τα στοιχεία βασίζονται σε ανέκδοτη μελέτη του εκπαιδευτικού Γιώργου Αντωνιάδη. Η μελέτη συντάχθηκε μετά από επιτόπιες έρευνες και συνεντεύξεις των επιζώντων. Ο ίδιος ο Αντωνιάδης γεννήθηκε στο χωριό Καράπουνάρ της Σαμψούντας.

Την περιπέτεια του ρωμαίικου πληθυσμού της πόλης του την περιγράφει ως εξής:

«Στην κωμόπολη Καράπουναρ (18-6-1921):  Οι τσέτες του Τοπάλ Οσμάν περικύκλωσαν τους δύο συνοικισμούς της κωμόπολης και δολοφονούσαν όποιον συναντούσαν. Τους κατοίκους που συνέλαβαν τους συγκέντρωσαν μπροστά την εκκλησία του Αγίου Χαραλάμπους. Εκεί ξεχώρισαν 70-80 νεαρές κοπέλες τις οποίες αφού τις βίασαν τις μετέφεραν ημιθανείς στην εκκλησία και τις έκαψαν μαζί με τους υπόλοιπους. Στη συνέχεια κατεδάφισαν την εκκλησία και επιχωμάτωσαν το χώρο για να μη διακρίνονται τα ίχνη του εγκλήματος. Μεταξύ του νέων κοριτσιών  ήταν και η αδελφή μου και έχω επισκεφτεί πολλές φορές τον ομαδικό  αυτό τάφο όπου βρίσκονται και τα νεαρά κορίτσια του Καράπουνάρ…»

Τα στοιχεία αυτά, όπως και ο χάρτης με τις τοποθεσίες των ομαδικών τάφων δημοσιεύτηκαν στο:

-Γιώργος Κιούσης, «Τι αποκαλύπτουν τα ευρήματα στη Σαμψούντα. Το δικό μας ολοκαύτωμα», εφημ. Ελευθεροτυπία, 26 Ιουλίου 2010, σελ. 15.

—————–

3) ΓΙΑ ΤΟ ΤΕΛΟΣ ΤΟΥ ΤΟΠΑΛ ΟΣΜΑΝ

After strangling Trabzon deputy Ali Şükrü Bey to death on March 27, 1923, due to Şükrü’s criticism of Mustafa Kemal, (Ayşe Hür, «Çağımızın Bir (Başka) Kahramanı», Birikim, February 2006) he was killed in Ankara during an exchange of fire with the military units sent to capture him on April 1, 1923 («1923 Timeline». Turkish Ministry of Culture and Tourism, Retrieved 2008-09-04. )

http://en.wikipedia.org/wiki/Topal_Osman

——————————————————————————

Το κείμενο αυτό δημοσιεύτηκε υπό τον τίτλο: «Από τη Σαμψούντα στη Σρεμπρένιτσα: Ας τελειώσουμε επιτέλους με τις ιστορικές εκκρεμότητες» στην εφημερίδα Αυγή στις 21/11/2010:

http://www.avgi.gr/ArticleActionshow.action?articleID=582775


και στο διαδικτυακό ενημερωτικό τόπο της Θεσσαλονίκης Press_in_action

http://www.pressinaction.gr/koinonia/istoria/item/578-apo-ti-sampsoynta-sti-sremprenitsa

Καθώς και στο: http://www.romeyika.com

http://www.ocena.info/index.php?option=com_content&view=article&id=24:srebrenitsa&catid=8&Itemid=116&lang=tr

7 Σχόλια

  1. Αγτζίδης Βλάσης on

    Πρόσφατες αναφορές στη Γενοκτονία από Τούρκους:

    Alison Kenny, «Thea Halo – ‘Not Even My Name’ «, Ζaman, 27 December 2010
    http://www.sundayszaman.com/sunday/newsDetail_getNewsById.action?newsId=230759

    Ayşe Hür, «Pontus’un gayrı resmî tarihi», Taraf, 14.03.2010
    http://www.taraf.com.tr/ayse-hur/makale-pontusun-gayri-resmi-tarihi.htm

    Για τo κείμενο της Ayse Hour, ένας καλός γνώστης της τουρκικής γλώσσας και της τουρκικής κοινωνίας έγραψε:
    » Εξαιρετικό. Το πρώτο κείμενο που έχω διαβάσει σε τουρκική εφημερίδα μεγάλης κυκλοφορίας το οποίο αναφέρεται στη γενοκτονία ως τέτοια (τελευταία φράση). Ξεγυμνώνει δε τελείως Κεμάλ και Ριζά Νουρ… Αμφισβητεί βέβαια τον αριθμό των θυμάτων αλλά έχω την εντύπωση ότι αυτό οφείλεται στην προσπάθειά της να είναι αντικειμενική. Εάν είχε περισσότερα στοιχεία θα τα ανέφερε και αυτά…»

    Για τη δυσκολία δημοσίευσης του κειμένου μου «SAMSUN’DAN SREBRENITSA’YA» σε τουρκική εφημερίδα -τελικά δημοσιεύτηκε σε κουρδική- ο ίδιος φίλος έγραψε: «Μετά από αυτό (σ.τ.σ το άρθρο της Ηοur) απορώ ακόμη περισσότερο για τη μη δημοσίευση του άρθρου σου. Μάλλον ισχύει η αρχική μου εκτίμηση για την «δύσκολη» αντιδιαστολή Σρεμπρένιτσα-Πόντος σε συνδυασμό με την ρητή σου αναφορά περί γενοκτονίας. Βάλε και το γεγονός ότι είσαι Πόντιος ίσως όλα μαζί λειτούργησαν ανασταλτικά… Αξίζει πάντως να το μάθουμε κάποτε το γιατί…»

    Και μια πολύ ενδιαφέρoυσα αναφορά από τον Halil Berktay:

    http://www.tovima.gr/default.asp?pid=2&ct=1&artId=370429&dt=29/11/2010#ixzz16lgbXIMq

    O Berktay αποδέχεται ότι έγιναν πολλές γενοκτονίες απ’ τους Νεότουρκους, αλλά μία:

    «Όπως λέει, η ομαλοποίηση της συζήτησης για την Γενοκτονίας, θα επιλύσει οριστικά το αρμενικό ζήτημα. «Η αλήθεια δεν είναι διαπραγματεύσιμη, όμως μπορεί να διδαχθεί. Τα τελευταία 10 χρόνια η συμπεριφορά γύρω από την Γενοκτονία έχει μαλακώσει» εξηγεί. Ωστόσο, σημειώνει ότι η κατάχρηση της λέξης Γενοκτονίας, την αποδυναμώνει και προκαλεί αγανάκτηση. «Ο όρος είναι δύσκολος και επικίνδυνος» σχολιάζει. «Πιστεύω ότι υπήρχε μόνο μία Γενοκτονία και δεν εννοώ ότι αυτό που συνέβη στον Πόντο δεν ήταν Γενοκτονία. Αντίθετα, λέω ότι οι Ενωτικοί, δηλαδή η ηγεσία της επιτροπής Ένωσης και Προόδου, κυρίως δε ο Ταλάτ, είχαν ένα μαζικό σχέδιο για τον εκτουρκισμό της Ανατολίας. Και αυτό εφαρμόστηκε στους Αρμενίους, τους Ποντίους και τους Ασσυρίους. Προτιμώ να το βλέπω ως ένα ενιαίο σχέδιο, που και το κάνει και πιο εύκολα συζητήσιμο και κατανοητό» υπογραμμίζει…»

  2. antigoni kamberou on

    Εξαιρετικο αρθρο!Ναι καποτε πρεπει να προωθησουμε το ξεχασμενο θεμα της γενοκτονιας των Ποντιων, το δικο μας ολοκαυτωμα, διχως διχονοιες και δυσκολιες απεναντι στη μεγαλη Τουρκια! Δεν πρεπει να ξεχναμε το μαρτυριο αυτων των ανθρωπων! Τουλαχιστον η αναγνωριση και η πρεπουσα μεταχειριση των νεκρων ειναι το λιγοτερο που μπορουμε να κανουμε για αυτους τους μαρτυρες! Ποσο ακομη να κλεινουμε τα ματια και τα αυτια μας;

  3. …………………………..
    ……………………………

    Can you name the politicians in the former Yugoslavia were paid by the CIA?
    Yes, although it is somewhat delicate. Stipe Mesic, Franjo Tudjman, Alija Izetbegovic, many counselors and members of the government of Yugoslavia, were paid as were Serbian generals, journalists and even some military units. Radovan Karadzic was being paid for a while but stopped accepting help when he realised he would be sacrificed and charged with war crimes committed in Bosnia. It was directed by the American administration.
    You mentioned that the media was controlled and funded, how exactly did that happen?
    This is already known, some CIA agents were responsible for writing the official statement that the announcers read on the news. Of course the news presenters were oblivious to it, they got the news from their boss and he got it from our man. Everyone had the same mission: to spread hatred, nationalism and the differences between people through television.
    We all know of Srebrenica, can you say about it?
    Yes! In 1992 I was in Bosnia again, but this time we were supposed to train military units to represent Bosnia, a new state that had just declared independence. Srebrenica is an exaggerated story and unfortunately many people are being manipulated. The number of victims is the same as the number of Serbs and others killed but Srebrenica is political marketing. My boss, who was formerly a US Senator, stressed repeatedly that some kind of scam would go down in Bosnia. A month before the alleged genocide in Srebrenica, he told me that the town would be headline news around the world and ordered us to call the media. When I asked why, he said you’ll see. The new Bosnian army got the order to attack homes and civilians. These were of course citizens of Srebrenica. At the same moment, the Serbs attacked from the other side. Probably someone had paid to incite them!
    Then who is guilty of genocide in Srebrenica?
    Srebrenica should be blamed on Bosnians, Serbs and Americans – that is us! But in fact everything has been blamed on the Serbs. Unfortunately, many of the victims buried as Muslims were Serbs and other nationalities. A few years ago a friend of mine, a former CIA agent and now at the IMF, said that Srebrenica is the product of agreement between the US government and politicians in Bosnia. The town of Srebrenica was sacrificed to give America a motive to attack the Serbs for their alleged crimes.
    …………………………………….
    …………………………………….

    http://www.ebritic.com/?p=551270

  4. […] [i] Londra Times Gazetesinin 3 Kasım 1911 nüshasında “Jön Türkler ve  Programları” başlığı altında  bu Kongresinin yer aldığı bildirilmekte ve bütün halkların Osmanlılaştırılması (ottomanization) zorla da olsa kesin olarak kararlaştırıldığı bildirilmektedir. Bunun gerçekleşmesi Müslümanların silahlanması ile olacaktı. Gazetenin yayınında Kongrede söylenenler arasında şunlar belirtilmektedir: “…Türkiye ilk evvela bir Müslüman ülkesidir… Hristiyanlara güven olmadığından, herhangi başka bir dinsel propaganda bastırılmalıdır … Bunlar her zaman yeni [jön-Türk] rejimin çökmesi için çabalamışlardır… azınlıkların teşkilatlanması, otonom olmaları ve polise katılmaları mümkün değildir ve bunlar dinlerini muhafaza edebilir  ancak dillerini değiştirmelidirler. Türk dilinin hakimiyet kazanması Müslüman hakimiyetinin temel öğelerindendir…”. […]


Αφήστε απάντηση στον/στην Από τη Σαμψούντα στη Σερμπρένιτσα:  Αναζητώντας την ιστορία των λαών  : Δίκτυο Μικρασιάτης Ακύρωση απάντησης